1 Haziran 2010 Salı

S-SSSSSSSSSEZGİ

DELEUZE’ÜN BERGSON’U



Epikuros'tan Lukretius'a, Spinoza'dan Nietzsche'ye "yaşamı olumlayan", "sevinçli" felsefe geleneğinin 20. yüzyıldaki en önemli temsilcisi Gilles Deleuze'ün, bu geleneğin bir başka önemli filozofu olan Henri Bergson üzerine yazdığı erken dönem monografilerinden 'Bergsonculuk'...


Bir el kitabı değil‘Bergsonculuk’, tıpkı Deleuze’ün diğer monografileri gibi aynı zamanda bir ‘Bergson’a giriş’ kitabı olarak okunsa da asıl, Deleuze’ün kendi felsefesini oluştururken kullandığı "kavramsal bir alet kutusu". Peki bu alet kutusunda neler var, Deleuze'nin işine yarayan?

Felix Guattari'yle ortak çalışmaları 'Felsefe Nedir'de, felsefenin asıl işinin "kavram yaratmak" olduğunu söylüyordu Deleuze, bu işin günümüzde reklamcılara bırakıldığını belirterek. Ve zaten buna uygun olarak da kavramları icat etti. Evet ama bir kavram icat etmek ne demektir? Birtakım adamlar (filozoflar) dünyanın bütün dertlerinden muaf, tefekkürre dalarak spekülatif konular üzerine icat mı çıkarırlar. Tabii ki böyle hafife alınamaz Platon'un "idea"sı, Hegel'in "geist"ı ama Deleuze'ün temel dertlerinden biri kavramla yaşam arasındaki mesafeyi aşmak, düşünceyle olayın birleştiğini göstermek olduğu için, ortak problemlere sahip bir başka filozofa, Bergson'a [da] gitmiştir kavram icat ederken.


Bergson'un 'yöntemsel sezgi'si


'Sezgi' ilk elden mistik çağrışımlar yapan, rastlantısal bir yaşantı gibi duruyor. Günlük kullanımı böyle olsa da Deleuze'ün Bergson'un yöntemsel sezgisinin anlaşılmasında yaptığı önemli katkılardan biri, bunun böyle olmadığı 'sezgi'nin "dolaysız olana, içsel farka ulaşmanın yöntemi" olduğudur. Bergson "bu" dünyanın iletilebilir felsefi bilgisine ulaşmayı ister.


Bunun için kavramların "kesinliği"ne ihtiyaç duyar. Yani nesnesine uygun kavramlar. Bu önemli bir nokta, çünkü felsefe tarihi ana eğilim olarak, yanlışlanamayan, tutarlı önermelerle kurulmuş ama yaşamın gerçekliğini elinden kaçırmış ölü kavramlar deposudur. Bu anlamıyla Deleuze'ün felsefe tarihi okuması tıpkı Bergson gibi kavramların soyutluğuna ilişkin bir eleştiriyi aşar ve genel olarak sistemci felsefe eleştirisine varır. Bergson'un ulaşmak istediği felsefi bilginin kesinliğinin, sistemci felsefenin 'çokluk'u, 'fark'ı, 'virtüellik'i ("önceden belirlenmemiş güç…") dışlayan yapısıyla olanaksız olduğunun farkındadır Deleuze.
Özetlemek gerekirse Deleuze’ün Bergsonculuğu:
“Varlığı statik değil dinamik kavramlarla ele almaya dayanır.
Ontolojiyle etiğin örtüşmesini gerektirir.
Felsefenin bilimle ilişkisini önemser.
Sözcüğün dar anlamıyla politik değildir, ama politikanın ufku üzerine düşünmemizi sağlar.
Her şeyden önce, dünyayı unutmaya dayalı umutsuz felsefelere karşı yaşamla kavramı birleştirmeye yönelen sevinçli felsefeler yaratmaya çağrıdır.”


‘Bergsonculuk’un İngilizce baskısına sonsözde ‘Bergson’a dönüş’ün “onun girişimini, bugün, yaşamın ve toplumun dönüşümleriyle ilişki içinde, bilimdeki dönüşümlerle bağlantılı olarak yeniden ele almak ve sürdürmek anlamına gel[diğini]” söylerken Deleuze, sanki bizim de Deleuze’e “gidişimizin” temel saiklerinin ne olması gerektiğine dair bir şeyler de söylüyor. Sanırım bunun yolu onun Spinoza’yı, Leibniz’i, Hume’u, Foucault’yu, Nietzsche’yi ve diğerlerini okuduğu gibi okumaktan geçiyor. Lyotard’ın , ölümünden sonra Deleuze’e atfen söylediği gibi: “Çalmak için okumak.”




Nisan 2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder