12 Eylül 2011 Pazartesi

K-KİMSE BİRBİRİNE İNANMIYOR



“Bir dakikanızı alacağım, engelliler için bir dergimiz…”

Bankta oturuyordum. Elimde iki kitap, bir sigara... Kitaplardan biri ‘Seni İçime Gömdüm’, diğeri yeniçerilerle ilgili. Sigara ise tütün ve sabahları sisle uyanmayla…
“Tabii de şey…” dedim.
“Yalnızca bir dakika.” dedi, benimle bir dakika.
“Yalnız, şu an param yok yanımda”. Başka yerde olduğu anlamı çıkıyorsa da yanımda ve başka bir yerde param yoktu. Buna inanmadı. Bir şey demedi ama inanmadığı çok belli, hiçbir şey anlatmadan –engelliler, dergimiz, siz… gidiverdi. Beni orada öyle bırakıverdi. Üzüldüm dersem yalan olur. Param olsaydı verirdim dersem, o da yalan olur. Belki de verirdim, onu da bilmiyorum. Bir keresinde takribi üç saat içinde bir icmihal (mızraksız), bir adet gül ve su almıştım bir meczup, bir Çingene kızı ve bir çocuktan. Bir daha alacağımı sanmıyorum ama almıştım.
E, n’olmuş yani ben de ruhsal engelliyim diyecek kadar şımarık değilim. Sol omzum arada bir ağrıyıp karıncalansa da sağlam sayılırım. İki kere ikinin her koşulda dört etmeyeceğini bilecek kadar da zekâ sahibiyim. Ama bana inanmadı. İnanmadı çünkü elimde iki kitap vardı. Paran yoksa kitabı nasıl aldın? Biri vermiştir falan, bunu geçebiliriz. Bankta oturmuş kitap okuyacak kadar zamanın, başka dertlerin olmayacak kadar lüksün varsa, vardır, rahatsındır. Ve de bankta oturmuş kitap okuyan insanların parası olur.
Vallahi billahi yoktu.
Sigaranın ise bu bahisle ilgisi yok.

Yan bankta oturan adam yerinden kalkmadan bana dönüp “Bunları fena harcadılar” dedi, parasız olduğumun inandırıcı olmadığının kanıtlarından yeniçerilerle ilgili diğer kitabı kastederek, “yaprak gibi sallandırdılar ağaçlarda”. Vakvak, yaprak… Tam uyak.
“Öyleymiş” dedim.

“Ben de Boşnakım, ordan biliyorum. Sağ kalanlar da aylarca saklanmak zorunda kaldı. Biz Kırklareli’ne kaçtık. Yıldız dağları vardır, en yukarıları orman, aylarca ormanda yaşadık. Geceleri bazılarımız köye iner yiyecek falan getirirdi. Günlerce ot bok yedikten sonra pastırmalar, peynirler falan hayvan gibi karnımızı doyururduk. İşte o zaman canımız bir tütün çekerdi ki, aç kaldığımız günleri arardık. Bir sigaran var mı?”

“Sigaranın bu bahisle bir ilgisi yok” diyemedim ama “yok” dedim. Tabii ki vardı ama yok dedim. Yeniçeri olduğuna inanmamıştım. Bir kere analiz yapmamıştı. Padişahın kendi ordusunu yok etmesinin uluslararası konjonktürde pek mânâlı olmadığını, tarım ve ticaret yoluyla yeniçerilerin burjuvazinin Müslüman kanadını oluşturmaya başladığını falan söylememişti. “Yok” dedim, “kalmadı”.

Sonra da servis geldi zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder