8 Aralık 2010 Çarşamba

İ-İYİ İNSAN AĞLATIR


















(…)

İyilik karşısında, özellikle saflıkla karışık iyilik karşısında ağlamak her zaman insan psişik topoğrafyasındaki (süperego-ego-id) derin mekanizmaları çalıştıran bir işlemin sonucu olmuştur. Bunca saflığına rağmen, iyinin hayatta kalması üzer insanları: Kendileri yaşamak için kaç takla atmış, kaç kişiye yalvarmış, akla hayale gelmedik ne kölelikler yapmıştır. Burada apaçık bir dengesizlik vardır, Tanrı “haksızlık” yapmıştır ve su içinde su kadar temiz birinin yaptığı iyiliğe mahkûm kalmıştır; şimdi de kendine acımış, ağlamıştır.

Öte yandan iyiler, neredeyse Tanrı tarafından seçilmişlerdir. Herkes, için için bunu böyle düşünür. Bunca saflıklarına rağmen iyilerin kaybolup gitmemesi, buna bağlanır. Bu çeşit bir tanrısal iyiyle karşılaşmak ortalama bir kötüye her zaman hatırı sayılır bir çöküş getirmiştir.

İyi olmak o kadar ışık saçan bir durumdur ki, aynen okyanus dibinde yaşayan ahtapotlar ya da bazı kabuklular gibi iyi, hiç bitmeyen yağıyla kendi kendine yanar. İyilik, herkesi yenen bir mittir, bir dindir belki ama bir öz değildir. İnsan iyi doğmaz, iyi olarak doğmak iyi değildir zaten. Doğuştan iyi olmak sürdürülemez çünkü. İnsan yaşamla kirlenmeli, sonra temizlenmelidir. Temizlenme çoğu kez aktif bir iştir. İnsanın kendini iyi yapması uzun uzadıya devam eder. Sonra bir sınıra gelir, etler acıyarak son bir hamle… İyi olmak bir iştir, bu işi olan başka bir iş yapamaz.

(…)


'Aylak Fikirler', Tahir M. Ceylan, 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder