28 Mayıs 2010 Cuma

M-MUNDIAL


DÜNYANIN EN GÜZEL BREZİLYALARI


Dua etmeyi hiç bilmem. Hani derler ya ‘Bildiğin bütün duaları et!’... Yok yani, bildiğim bir dua yok. Lise 2. sınıfta din dersinin hocası herkese kelime-i şahadet getirmeyi öğretiyor. Sıra bana geldi, “Bilmiyorum” dedim. İyi bir adamdı. “Tamam” dedi, “sen en sona kal, diğer arkadaşlarını da dinlersen ezberlersin”. “Yok” dedim, “söylemem, ben ateistim”. Güldü... “Peki” dedi, “seni muaf tutalım”.

Aylardan mayıstı, onu iyi hatırlıyorum çünkü İnönü’de Fener’in Galatasaray’ı 2-1 yendiği maça mahalledeki çocuklarla birlikte gitmiştik. Maçtan sonra sahaya inip, birkaç ısırıklıktan sonra sinirle atılan ayvaları toplamıştık... Gömleğimin altına annem bir cep dikmişti, içinde Fener’in o yılki kadrosunun kartpostalı vardı ve hepsini de ezberlemiştim... Heyhat yıllardan 1971 idi ki bunu sonradan söylediler... Nereye gitmişti benim babam, o kadar da ezberlemiştim ben o kadroyu. Her birinin formasının göğsüne parmağımı bastırıp bu,bu, bu diye sayacaktım isimlerini. Ki parmağımı koyduğumda üzerlerine formaların kıvrımlarını bile hissederdim. Ama yoktu işte, gitmişti benim babam. Ve sonra dediler ki büyük çocuklar “Senin baban komünistmiş, polisler yakalamış” Ve ben de dedim ki büyük çocuklara “Babam hepinizin anasını siksin!”

Babam çok uzun zaman sonra geldi. Annemin elinde leğen vardı, suyunu dökecekti. Elinden yere düştü leğen, her yer sabun köpüğü oldu... Fener’in kadrosu hâlâ ezberimdeydi ama en güzel çıtalı uçurtmaları yapan, plastik arabalara en fiyakalı telleri takan, onlarca çizgi romanı olan kuzenimin ezberlettiği bir kadro daha vardı kalede Sabri.. diye başlayan.

İtalya ‘90’dan iki ay kadar önceydi. Okuldan çıktım, Vezneciler’e doğru yürüyordum. Ta uzakta amcamla kardeşimi gördüm. O an babamın öldüğünü anladım...

Mezarlıktayız. Kulaksız Mezarlığı... Dua ediliyor. Ben dua etmeyi bilmem... Ama bilirim: Ayaktakiler : Yavuz, Şükrü, Ziya, Ercan, Yaşar, Fuat. Oturanlar : Zeki, Nedim, Yılmaz, Ogün, Selim.

’74 Dünya Kupası’nda televizyonumuz yoktu. Breitner’in Yugoslavya’ya attığı golü Tophane Tayfun Gençlik Kulübü’nün lokalinin penceresinden seyretmiştim. Doğan Babacan’ın maçını (Batı Almanya-Şili) hiç ses çıkarmadan, askeri bir disiplin içinde bakkal Şeref’in evinde... Sparwasser golü attığında galiba ben günün altıncı, yedinci, sekizinci.. maçında kendi golümün sevincini yaşıyordum. Sanon’un golünü Siirtli çocukların evinde seyretmiş olabilirim çünkü ertesi gün kimse ‘kalede Zoff’ olmamıştı... Bir de Ataköy Taksi durağında babamla birlikte Hollanda-Brezilya maçını seyretmiştim. O zaman durakta çalışıyordu. Benim dışımda herkes çok üzülmüştü Brezilya’nın yenilmesine.

‘78’de bütün maçları evde seyrettik ve Arjantin’in Peru’ya attığı 4. golden sonra babam öfkeyle önce faşizmin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmış 6. golden sonra ise Cubillas’ın anasından Kempes’in, general Videla’nın karısından devam etmişti ki öyle küfürbaz biri de değildi.

Beşiktaş şampiyon olduğunda mektup yazmıştı bana Almanya’dan: “Bir sonraki de ‘96’da mı?” diye 14 yıl sonra şampiyon olmamızla dalga geçerek... “Senin baban komünistmiş” diyen büyük çocuklar yoktu ve Brezilya’nın şampiyon olmasını o kadar çok istiyordum ki Arjantin’i 3-1 yendikleri maçta Zico’nun golüne anlamsız böğürtülerle karşılık verdiğim sevinç nidasını annemin korku dolu gözlerle seyredişini hiç unutmuyorum.


’86 birlikte seyrettiğimiz son Kupamız oldu. En güzel Kupa da ’86 mıydı ne? Ben Arjantin’e karşı artık pek husumet duymuyordum. Bir önceki Kupa bittikten bir yıl sonraydı galiba, rastgele bir telefon numarasını kulübeden arayıp karşıma çıkanlara “Dünyanın en zengin 10 generalinden bir kim, biliyor musunuz: Tahsin Şahinkaya...” diye başlayan ezberlediğim bir metni okuyordum. Bir gün karşıdaki tanımadığım ses beni dinledikten sonra “Peki dünyanın en büyük futbolcusu kim, siz onu biliyor musunuz?” diye sormuştu. Önce şaşırıp, sonra “ Tabii ki Pele” demiştim. Ardından adam, Pele’nin büyük futbolcu olduğunu fakat gelmiş geçmiş en büyük futbolcunun Maradona olduğunu son derece ikna edici bir şekilde anlatıp “’86’da görürsün” demişti. O yüzden gruptan çıkmalarına çok sevinmiştim. Babamsa hiç hoşlanmadığı halde İtalya’yla berabere kaldıkları maçta İtalya’yı tutmuştu. Dünyanın en güzel Brezilyaları bu kez Fransa’ya yenilip elendiğinde bir burukluk vardı ama hiç kimse o kadar üzülmemişti. Galiba o maç dünyanın en güzel maçıydı.


Moda’da bodrum katta tek odalı bir yerde kalıyordum ’90 Dünya Kupası’nda. Küçük bir televizyonum vardı ve bütün maçları tek başıma burada seyrettim. 24. Haziran 1990’da Torino’nun Comunale stadında Brezilya’yla Arjantin 2. tur maçı oynuyordu. Arjantin, maçın bitmesine 10 dakika kala Caniggia’nın attığı golle Brezilya’yı eledi. Maçın son 10 dakikasında değil 90 dakika boyunca ben ağladım ‘dünyanın en güzel Brezilyaları’duasını mırıldanarak: Leonidas, Barbosa, Ademir, Didi, Garrincha, Pele, Vava, Jairzinho, Rivelino, Zico, Socrates...

Haziran 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder