19 Eylül 2010 Pazar

K-KATI OLAN HER ŞEY BUHARLAŞIYOR



















“...bizler, kendimizi bugün kendi modernliğinin köklerinden kopmuş bir modern çağın ortasında buluyoruz.”

(...)

“Rousseau ’moderniste’ sözcüğünü 19. ve 20. yüzyıllarda kullanılacağı biçimiyle kullanan ilk kişidir.”

(...)

“...toplumun yepyeni güçlerinin iyi işlemesi için ancak yepyeni insanlar tarafından yönetilmesi gerekir...” (Marx)

(...)

“...modernliğin diyalektik devinimi ironik bir biçimde kendi itici gücüne, burjuvaziye karşı döner.”

(...)

“...modernizmin ayırt edici özelliklerinden biri de bizzat soruları soranlar ve verdikleri yanıtlar sahneden çekildikten sonra bile soruların havada yankılanır kalmasıdır.”

(...)

“...tarih bütün kostümlerin saklandığı bir depodur.”

(...)

“(modernliğin 19. yüzyıldaki eleştirmenleri) hepsi de modern bireylerin bu yazgıyı anlayacak ve bir kez anladılar mı onunla mücadele edecek yetide olduğuna inanıyorlardı. ...Modernliğin 20. yüzyıldaki eleştiricileriyse, diğer insanlarla böylesi bir duygudaşlıktan ve insanlara inançtan tümüyle yoksundur.”

(...)

“...çağdaş dünyada hiç kimse ‘dışarıda’ değildir ve olamaz.”

(...)

“...(modern yazar) topluma sırtını döner ve tarihin ya da toplumsal hayatın süreçlerinden geçmeksizin karşılaşır nesneler dünyasıyla.”

(...)

“(modernizmi sadece bir dert gibi gören düşünceye dair) iki yüzyıldan beri modern hayatın temel olguları haline gelmiş ‘tüm toplumsal ilişkilerin kesintisiz sarsılışını, bitmek bilmeyen belirsizlik ve heyecanı’ hesaba katmaz.”

(...)

“Faustvari tasavvur ve tasarımlara yaşlı Goethe’nin çağında bir yer bulmak istersek, bu yer o çağın ekonomik ve toplumsal gerçekliğinde değil, radikal ve Ütopyacı hayallerindedir, dahası, o çağın kapitalizmi içinde değil sosyalizmi içindedir.”

(...)

“...burjuva toplumunun inşa ettiği her şey yıkılmak üzere inşa edilmekte. ‘Katı olan her şey’ –sırtımızdaki giysilerden onları dokuyan tezgâh ve makinelere, makinelerin başında çalışan insanlara, işçilerin yaşadığı ev ve mahallelere, işçileri sömüren şirketlere, kasabalara, şehirlere, koca koca bölgelere ve onları içine alan uluslara kadar- bütün bunlar ertesi gün yıktırılmak, dağıtılmak, parçalanmak, yerle bir edilmek üzere yapılıyor. Öyle ki ertesi hafta yeniden işlenebilsin ve bütün bu süreç, inşallah sonsuza değin, tekrar tekrar, çok daha kârlı şekillerde devam etsin”

(...)

“...akla gelebilecek her türden insan davranışı ekonomik açıdan mümkün, ‘değerli’ olduğu açıdan itibaren ahlaki açıdan kabul edilebilir hale gelir; kazanç sağladıktan sonra her şey uyar.”

(...)

“...bir komünist nihilizm, daha çekici ve ilginç olmakla birlikte, burjuva selefinden çok daha sarsıcı ve parçalayıcı da olabilir; çünkü kapitalizm modern hayatın sonsuz imkânlarını en alt çizgide durdururken Marx’ın komünizmi, özgürleşmiş benliği sınırsız insani uzamlara yollayabilir.”

(...)

“Burjuvazi şimdiye kadar onurlandırılmış ve hürmetle karşılanmış tüm etkinlikleri çevreleyen haleyi çekip aldı. Doktoru, hukukçuyu, rahibi, şairi, bilgi adamını ücretli işçiye dönüştürdü.”

(...)

“Modern profesyoneller, entelektüel ve sanatçılar, proletaryanın mensupları olduklarından ancak iş bulabildikleri müddetçe yaşarlar ve... ancak emekleri sermayeyi artırdığı müddetçe iş bulabilirler. Kendilerini parça parça satmak zorunda olan bu işçiler diğer her ticari mal gibi birer metadırlar dolayısıyla rekabetin iniş çıkışlarına, piyasanın dalgalanmalarına tabidirler. Bu yüzden, ancak sermayesi olan birileri onlara para verdiği sürece kitap yazabilir, resim yapabilir, fizik ve tarih yasaları keşfedebilir, hayatlarını idame ettirebilirler. Ama burjuva toplumun baskıları o düzeydedir ki karşılığını vermeden, yani eserleriyle şu veya bu şekilde ‘sermayeyi artırmadan’ kimse onlara para vermez. Onların beyinlerini sömürerek kâr sağlamaya istekli bir işverene ‘kendilerini parça parça satmak’ zorundadırlar. Kendilerini en kârlı şekilde arz edebilmek için uğraşıp didinmeleri gerekir; sırf çalışmalarını sürdürebilmek için satın alınma imtiyazı uğruna (çoğu kez amansız ve acımasızca) rekabet etmek zorundadırlar. Eser tamamlandığında onlar da, diğer tüm işçiler gibi kendi emeklerinin ürününden koparılmış olurlar. Malları ve hizmetleri satışa çıkarılır ve yazgılarını belirleyen içkin bir hakikat, güzellik veya değerden yoksunluk- değil, ‘rekabetin iniş çıkışları, piyasanın dalgalanmaları’ olur. Marx, büyük düşünce ve eserlerin piyasa gerekleriyle engelleneceğini ummaz: Modern burjuvazi düşünceden kâr sağlama konusunda son derece kaynak yaratıcıdır. Gerçekte olan şudur: Yaratıcı süreçler ve ürünler yaratıcılarını dehşete sürükleyecek biçimlere dönüştürülür ve kullanılır. Ama yaratıcıları buna karşı koyamaz, çünkü yaşayabilmek için emek güçlerini satmak zorundadırlar. Entelektüeller işçi sınıfı içinde kendilerine özgü bir konum işgal ederler: Bir yandan özel imtiyazlar, ama bir yandan da özel ironiler doğuran bir konumdur bu. Burjuvazinin sürekli yenilik yaratma talebinden kazanç sağlamaktadır. Bu onların ürünleri ve yeteneklerinin satışa çıktığı pazarları genişletir. Çoğu kez yaratıcı cesaret ve imgelemlerini teşvik eder ve –yeterince açıkgöz ve beyinlerine duyulan ihtiyaçtan faydalanabilecek kadar şanslılarsa-işçilerin çoğunluğunun içinde yaşadığı müzmin sefaletten kurtulmalarını sağlar. Öte yandan –yabancılaşmış ve kayıtsız olan çoğu ücretli işçinin aksine- çalışmalarıyla kişisel bağları olduğu için pazardaki dalgalanmalar onları çok daha derinden etkiler. ‘Kendilerini parça parça satarken’ sadece fiziksel enerjilerini değil zihinlerini, duyarlıklarını, en derin hislerini, düş ve hayal güçlerini, neredeyse her şeylerini satmaktadırlar. Goethe’nin ‘Faust’u dünyada bir şeyleri değiştirebilmek için ‘kendini satmak’ zorunda olan entelektüelin arketipini sunar bize. Faust aynı zamanda entelektüellere mahsus ihtiyaçlar karmaşasını da cismanileştirir: Onları harekete geçiren güdü, sadece tüm insanlarla paylaştıkları hayatlarını idame ettirme ihtiyacı değil, aynı zamanda iletişimde bulunma, diğer insanlarla birlikte olma arzusudur. Fakat kültürel emtia piyasası kamusal ölçekte bir diyaloğu gerçekleştirmek için tek bir medya sunmaktadır: Bir düşüncenin modern insanlara ulaşabilmesi ve onları değiştirebilmesi için pazarlanması ve satılması gerekir. Dolayısıyla, entelektüellerin piyasaya bağımlı olmalarının tek nedeni karın doyurmak değildir. Tinsel beslenmeleri için de buna muhtaçtırlar –ki beslenmeleri için piyasaya tam olarak güvenemeyeceklerini de bilirler.”

(...)

“En yıkıcı fikirlerin bile piyasanın aracılığıyla ortaya çıkmak zorunda olduğunu gördük. Bu fikirler insanları cezbedip etkiledikçe piyasayı da genişletip zenginleştirecek ve böylece ‘sermayeyi artıracaktır’ İmdi Marx’ın burjuva toplumuna ilişkin görüşü doğruysa bunun devrimci düşünceler için pMmm oazar yaratması hiç de ihtimal dışı değil. Bu sistem sürekli devrim, kıpırdanış, kışkırtma gerektirir: Esnekliğini ve cevvaliyetini koruyabilmesi için; yeni enerjileri sahiplenip massedebilmesi, yeni etkinlik ve büyüme zirvelerine ulaşabilmesi için daima ileri itilmesi ve zorlanması gerekir. Bunun anlamı da kapitalizme karşıt olduğunu ilan eden insan ve hareketlerin pekâlâ kapitalizmin ihtiyaç duyduğu türden birer uyarıcı olabileceklerdir. Burjuva toplumu, gerek vazgeçilmez yıkma ve geliştirme güdüsü, gerekse yarattığı vazgeçilmez ihtiyaçları tatmin etme ihtiyacından ötürü, kaçınılmaz olarak, onu yıkmayı amaçlayan radikal düşünce ve hareketleri üretmektedir. Ama gelişme kapasitesi kendi iç olumsuzluklarını olumsuzlamasını da mümkün kılar: Karşıtlıkla beslenmesi, baskı ve kriz içindeyken huzur içinde olduğundan daha güçlü olmasını; husumeti dostluğa, düşmanlarını zoraki müttefiklere dönüştürmesini mümkün kılıyor.”

(...)

“...Marx’ın bütün dünyayı dev bir atölyeye dönüştürmek istediği...(Adorno)”
“Çoğu kez en ciddi yazarların yazdığı birçok modern yazı büyük ölçüde bir reklam metnine benzemektedir.”

(...)

“Söz konusu hikâye M. Balzac’la ilgilidir (ve kim böyle büyük bir dehaya ilişkin bir anekdotu, ne kadar önemsiz olursa olsun, dinlememezlik eder): Bir gün kendini güzel bir resmin –kırağıyla ağırlaşmış, serpiştirilmiş birkaç kır evi ve orta halli köylülerle bezeli, melankolik bir kış sahnesi- önünde durur ve ‘Nasıl da güzel’ diye bağırır, ‘Ama ne yapıyorlar o kır evinde? Neler düşünürler? Üzüntüleri nedir –Bu yıl hasat iyi miydi acaba? Hiç şüphesiz ki ödeyecek faturaları var” (Aktaran Baudlaire)

(...)

“Bulvarlar onları dolduran insanlara neler yaptı, peki? Baudlaire en çarpıcı etkilerinden bazılarını gösterir bize. ‘Yoksulların Gözleri’ndekiler gibi, âşıklar için bulvarlar yeni bir sahne yaratmıştı: Kamunun içinde özel olabilecekleri, fiziksel olarak yalnız kalmadan baş başa olabilecekleri bir mekân. Muazzam ve sonsuz akıntısına kapılıp bulvarda dolaşırken kendi aşklarını her zamankinden daha canlı biçimde, dönen bir dünyanın tek sabit noktası olarak algılayabiliyorlardı. Gelip geçenlerin kalabalığında fantezi peçelerini aralayabilirlerdi: kimdi bu insanlar, nereden geliyor, nereye gidiyorlardı; ne istiyor, kimi seviyorlardı? Başkalarını gördükçe ve kendilerini onlara gösterdikçe –genişlemiş ‘gözler ailesi’ne katıldıkça- kendilerine ilişkin tasavvurları da zenginleşiyordu.”

(...)

“19. yüzyıl kentselliğinin ayırt edici işareti bulvardı, patlamaya açık maddi ve insani güçleri bir araya getiren bir araç; 20. yüzyıl kentselliğinin köşe taşıysa otoyol oldu, yani onları darmadağın etmenin aracı. Garip bir diyalektik görüyoruz burada. Modernizmin bir tarzı diğerini yok etmeye çalışarak harekete geçiyor ve kendini tüketiyor. Üstelik bunlar hep modernizm adına yapılıyor.”

(...)

“Rusya’nın azgelişmişlik çağının en göze çarpan özelliklerinden biri, topu topu bir kuşağın ömrünü kapsayan bir zaman akışında dünyanın en büyük edebiyatlarından birini yaratmış olmasıdır.”

(...)

“...hiddet ve nefret mesajının altında düşmanın sevgisini kazanmayı isteyen aşağılık özlemi yatmaktadır.”

(...)

“...modernleşme sürecinin henüz kendini bulmadığı, görece geri ülkelerde modernizm fantastik bir karaktere bürünür. Çünkü toplumsal gerçeklikle değil fantazilerle, seraplarla, düşlerle beslenmek zorunda kalmıştır.”

(...)

“Çoğu kez süren ve büyüyen modernliğin bedeli sadece ‘geleneksel’ ya da ‘modern öncesi’ kurum ve çevrelerin değil –işte asıl trajedi burada- bizzat modern dünyanın en canlı, en güzel şeylerinin de yıkımı oluyor.”

(...)

“Bu çağın ruhundan doğmuş birçok yaratı gibi park yolun anlamı ve güzelliği, Versailles şatosunda olduğunun aksine, tek bir gözlem noktasından kavranamaz. Ancak hareket ederek, trafik kurallarının elverdiğince bir yol üzerinde giderek görülebilir. Dönemimizin mekân-zaman duygusu en iyi araba sürerken hissedilebilir.”

(...)

“Dostoyevski ‘insanlığa’ duyulan sevginin, gerçek insanlara duyulan nefretle birlikte gitmesinin modern politikanın ölümcül tersliklerinden biri olduğu konusunda uyarmıştı bizi.”

(...)

“Ben bir yurtseverim –Brooklyn 14. Sokak yurtseveri, burada büyüdüm. Amerika Birleşik Devletleri’nin geri kalanı bir fikir, tarih ya da edebiyattır benim için. Bunun dışında yoktur.” (Henry Miller)

(...)

“Geçmiş modernizmlerin çoğu kendilerini unutuş yoluyla bulmuştu. 1970’lerin modernistleriyse kendilerini anımsayarak bulmak zorunluluğuyla karşı karşıya kaldı.”


'Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor', Marshall Berman, 1982

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder